Ezan

Uyuyor muyum, uyanık mıyım, bilmiyorum, daha doğrusu farkında değilim. Uyuyorsam da, uyanıksam da, düpedüz olayın içindeyim, bunun farkındayım.

Ortalık apaydınlık. Hem de öylesine bir aydınlık ki, ben böylesini hiç görmedim, sanki semadan nurlar inmiş yeryüzüne. Böylesine aydınlık her yer amma, gün yeni başlıyor daha.Kulağıma hafif hafif bir ezan sesi geliyor. “Allâhü ekber, Allâhü ekber…” Bugün bayram(mış)mış ve ezan okunuyor. Bayram namazı için ezan okunmaz ki! İşte buna hayret ediyorum.

Birazdan bayram namazına gideceğim. Neden o zaman gün apaydınlık? Henüz bu kadar aydınlık olmaması gerekmez mi?

Bilemiyorum. Ezan devam ediyor.

Köydeki evimdeyim, üst katta. Evimiz iki katlı. Yataktan kalkıyorum. Abdest almak için alt kata iniyorum. Abdestimi aldıktan sonra tekrar üst kata çıkıyorum. Kollarımdan, yüzümden şıpır şıpır sular damlıyor. Tahta zeminde sular birikiyor, her yer ıslanıyor. Sadece abdest almayla insanın yüzünden, kollarından bu kadar su damlar mı? Damladı diyelim, bu kadar birikir mi?

Üzerinde çok duramıyorum, ezan okunmaya devam ediyor.

Birden farkına varıyorum, ne kadar da yavaş okuyor hoca. Başka birşeyi daha farkediyorum: Aslında her şey ne kadar da yavaş gerçekleşiyor!

Tekrar uyandığım odamdayım. Üzerimi değişmem lazım. Pantolonumu giyiyorum. Bu çok kolay oldu. Sıra üstümdeki gömlek mi tişört mü ne olduğunu tam olarak kestiremediğim şeye geldi. Yaka kısmından asıldım, kafamdan çıkarmaya çalışıyorum. Çalışıyorum, çalışıyorum. Allah’ım bu nasıl bir şey? Ben asılıp çektikçe, arkası habire geliyor da geliyor. Bitmiyor bir türlü. Ezan okunmaya devam ediyor. Çek, çek, çek! Hadi, daha çabuk! Oh be, nihayet çıkarttım.

Duvarda tişört asılı onu almaya çalışıyorum. Elimi uzatıyorum, tişört diğer çamaşırların arasına karışıyor. Sanki ben yakalamaya çalıştıkça o kaçıyor. Uzan, kaç, uzan, kaç. Hay Allah, oyunun sırası mı şimdi, namaza geç kalacağım.

Ezan okunmaya devam ediyor. Henüz “Eşhedü en lâ ilâhe illallah” diyor hoca. Bu iyi.

Tişörtü yakalıyorum sonunda. Oh be! Ama niye ters bu? Neyse, diyorum, giderken düzünü çevirir giyerim. Evden dışarı atıyorum kendimi. Dur, şu tişörtümü bir giyeyim hele. O da ne? Bir türlü tişörtün düzünü çeviremiyorum. Bir taraftan da yukarı, yola çıkmaya çalışıyorum. Olmuyor, ısrarla tişörtün yönünü bulamıyorum. Kestirmeden çıkmaya çalışırken tişörtle cebelleşemem de devam ediyor.

Yola ulaşamadım ama, görüyorum. Yoldan grup grup insanlar geliyor, vızır vızır arabalar geçiyor. Bizim köy bu kadar kalabalık mıydı yahu? Halbuki şu an saymaya kalksam, parmakla sayılabilecek kadar az hane var.

Ezan. Ah evet ezan! Devam ediyor, çabuk!

Arkamdan sesler ses duyuyorum. Dönüyorum, bakıyorum eşim elinde dolu bir tabakla arkamdan geliyor. İçinde ne var bilmiyorum. Bir yandan da arkasından gelenlere bir şeyler söylüyor da sanki bana söylüyormuş gibi geliyor. Kulak kesiliyorum.

“Ezanın sesi ne kadar da az geliyor,” dediğini anlayabiliyorum. “Haklısın, çok az geliyor,“ diyorum.

Ve gözüm açılıyor birdenbire. Ve karanlık.

Yatağımdayım. Camiden ezan sesi duyulmaya devam ediyor ve ben rüyamdan eşimle konuşarak uyanıyorum. Aynımda da ezanın okunduğunu duyuyorum.

Hakikaten ezan o kadar az duyuluyor ki! Aa… O da ne? “Eşhedü en lâ ilâhe illallah” dedi hoca, biraz durakladıktan sonra da “Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah”. O kadar da yavaş okumuyor aslında.

Ne oldu şimdi? Az önce rüyadaydım ben. Sanırım. Nasıl oldu da hiç farkına varmadan gerçek hayata geçtim? Sanki hiçbir şey olmamış, sanki az önce uyandığım o an rüyanın devamıymış gibi, sanki arada bir fark olmadan gerçek yaşam rüyada kaldığı yerden devam ediyormuş gibi. Öyle bir şey işte, tanımlaması zor.

Zaman da, mekan da değişti halbuki. Off! Şimdi bir de buna kafa yoramam. Ezanın sonuna geldi hoca.

“Allâhü ekber, Allâhü ekber.

Lâ ilâhe illallâh.”

Kulağımın içinde yankılanarak bana “Kalk, namaza kalk,” diyor.

İkiletmiyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir