Yağmur Yağarken

Mübarek havaya bak, nasıl da yağıyor. Hiç haber de vermedi. Yok, yok yanlış oldu, haber vermez olur mu hiç. Akşamdan beri kararıp bozarıp durmuyor muydu? Ara sıra çiselemeyi denemiyor muydu? Hatta rüzgar estirmeyi de ihmal etmemişti inceden. Daha ne yapsın?

Karadeniz’in havasının huyu da insanının huyuna benzer. Ne zaman ne yapacağı hiç belli olmaz. Sağını solunu hiç göstermez.

Oh oh, ne güzel, bardaktan boşanıyor sanki. Seyretmesi bir başka güzel yağmuru, yapışan damlalar camdan aşağı doğru ağır ağır süzülürken.

Dur hele, sen seyrediyorsun da, eyvaaah, çatı! Dur, bir çıkıp bakayım. Eskidi, çok eskidi. Boydan boya kaplı çinkolar çürüyüp kopmaya başladı, yer yer delindi. Dolup taşan oluklar her kaba yağmurda aklımı başımdan alıyor.

Seğirte seğirte çıkıyorum, bakııyorum sağına soluna, oluklar dolmuş mu, akan yer var mı? Yok, çok şükür yok. Derin bir oh çekiyorum.

Her yağmurda olduğu gibi bu yağmurda da söz veriyorum kendime, yenileyeceğim çatıyı diye.

De… Aslında farkındayım daha çoook sözler verip tutmayacağımın. Çünkü biliyorum ki, içinde bulunduğumuz şu şartlarda zor, çok zor. Hayat almış götürmüş götüreceği yere pahalılığını. Neye el atsan, elin yanıyor. Neler geliyor aklıma, yazacağım da, hanım konuşuyor bir yandan, aklımı katıyor. Başka odaya gitsem de yazsam ya! Eriniyorum, duymazdan geliyorum, ama duyuyorum.

Ben bu git-gellerle cebelleşirken farkına varmamışım, yağmur azalmış, neredeyse durmuş. Ne güzel. Karadeniz’in havası da kendisi gibi. Hızlı kabarıp, hızlı sönüyor. İyi iyi, böylesi daha iyi. Her şeyin çabuk olup bitmesini severim ben.

Yağmurun başında telaşla çatıdan kaçışan martıların sesi duyuluyor. Aha işte, kanatlarını kocaman açmış inişe geçiyorlar. Yakından ne kadar da büyük görünüyorlar. Onalrın büyüklüğünü yine böyle benzer bir yağmurun ardından olukları kontrol etmek üzere çıktığım çatıda, henüz uçmayı öğrenmeyen yavrusuna kötülüğüm dokunacağı korkusuyla kocaman kanatlarını açarak üzerimde bir o yana bir bu yana pike yapan anne martıdan biliyorum bir de. Büyüktü, gerçekten büyüktü.

Şu yağmura bakın hele, bana neler de yazdırdı. Yazdırsın, iyiki de yazdırdı, severim ben kendisini.

Hele dur, yağmur suyu alsınlar, yarasın diye balkonun yağmur gören tarafına sürdüğüm salatalık, asma, patates maydanoz, sarımsak dikili saksılarımı beri tarafa alayım.

Boğazım gıcık yaptı, öksürdüm, hanım laf atıyor mutfaktan:

“Ne oldu maraz?”

Dışarıya şöyle bir göz atıyor:

“Immmmh, ne hennük oldu tarlalara.”

Bizim buralarda “hennük”, toprağın suya doyması demek.

Dalmışım, yazıyorum. Korna sesi geldi. Sevinçle fırlıyorum yerimden. Aha, kızım geldi, ta Silopi’den, yaz tatiline. Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle balkona koşuyorum.

Sarı saçlarını görüyorum arabanın camından önce, sonra, balkona doğru kafasını kaldırdığında yüzünde güller açan misali gülümsemesini.

Burada bitiyor yazı.

22.06.2002, Bulancak

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir